22 Eylül 2009 Salı

bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir!







şu günlerde yine şahane bir sansürle karşı karşıyayız. last.fm ve myspace'te "zararlı" sitelerimizin arasına girdi. artık sayelerinde özgürce müzik de dinleyemeyeceğiz. bu sitelerin kapatılmasının arkasında bu kez MÜYAP (müzik yapımcıları meslek birliği) var. neden (herhangi bir açıklama yapılmasa da) büyük ihtimalle telif hakları. ama internetin nasıl bir şey olduğunu anlayamamış bu güzel paragöz kurumumuz, sitelerin felsefesiyle ilgili hiçbir şey anlamamış. zira anlasa, eminim ki myspace'te sanatçıların kendi rızasıyla kendi müziklerini koyduklarını (neyin telifi) ve last.fm'in de sanatçı izni olmadan bir parçanın 20 saniyeden fazla dinlenemeyeceğini anlayacaklarına eminim.
her neyse, bu konuyla ilgili fikirlerimle sizi daha fazla sıkmak istemem, bu yüzden direk çözüm yöntemlerinden birine geçiyorum. sansüresansür şahane bir fikir buldu. yarın, yukarıda gördüğünüz bu görsellerin bir çıktısını alıp, MÜYAP'a boş bir cd kapağında yolluyoruz. umarım bu hoş süprizimizi ciddiye alır ve bize özgürce müzik dinleme keyfimizi geri verirler.
işte adres; Kuloğlu Mah. Turnacıbaşı Sok. No:16 Kat:5 80070 Beyoğlu İstanbul

20 Eylül 2009 Pazar

bienal sanatçısı olma kılavuzu


sevgili sanatsever dostlarım,
11. bienal'in vuku bulduğu şu günlerde bazılarınızın içinden "ahh keşke ben de bir bienal sanatçısı olsam" dediğinizi duyar gibi oldum. aslında çok kolay!! o kadar kolay ki, yazacağım birkaç maddeyi uygulayarak ve biraz inançla başarabileceğinize gönülden inanıyorum. başlıyoruz...


1. tercihen bir güzel sanatlar bölümünden mezun olun ya da öğrencisi olun. ha değilseniz üzülmeyin, mezun olduğunuz okul sadece etiket için geçerli, yoksa bir bok öğrettikleri yok.
2. yapacağınız işin güçlü bir hikayesi olsun, ortaya bok gibi bir iş çıkardığınızda "ama olsun hikayesi çok güzel" "vaay ilk baktığımda bir şey anlamamıştım ama hikayeyi okuyunca çok beğendim" diyebilsinler.
3. ne yapıyorsanız yapın müzik çok önemli. arkaya kompozisyona uysun uymasın "garip" müzikler koyun. insanın içini sıkıştıran, gizemli müzikler tercihimiz. doğru tercih yaparsanız akılda kalırsınız.
4. tercihen malzeme seçimizin atık malzemeler olsun, hemen çevrecilerin gözüne girersiniz. hem bu tür işlerin altın doldurmak daha kolay, "atık malzemeler kullanarak zamanda bir yolculuk yapabileceğini anlatmayı hedefledim" gibi.
5. bienal sanatçısı olarak bir sanateseri oluşturmanıza gerek yok. önemli olan sizin bir sanatçı olmanız, bu çizgide ilerlemeniz. mesela bütün bir sayfaya "öf" yazın, biraz süsleyin, çerçeveleyip asın. insanlar önünden geçerken "sanatçı burada ne anlatmak istemiş acaba" diyeceklerine garanti verebilirim. hatta bienal mekanlarından birindeki garip bir nesnenin yanında dursanız, onu da sanat eseri gibi saatlerce inceleyeceklerdir.
6.
"iyi güzel hoş da benim çizim yeteneğim, gözüm yok" diyorsanız, sizin için alternatifim performans. bienal'n vazgeçilmez parçalarından olan performans için tiyatro yeteneği olmayan birkaç kişi, makyaj malzemeleri ve yine müziğe ihtiyacınız var. önce yüzünüzü beyaza boyayın, sona farklı yerlerde öylece durun. arkaya verin müziği, alın size performansın alası! unutmayın "mevsim geçişlerinin kısalmasını" anlatıyorsunuz. "zaman ilerledikçe, siz orada kalıyorsunuz"...
7. kimsenin anlamadığı işler yaptım diye üzülmeyin, unutmayın siz bir bienal sanatçısınız, işinizi anlatmak gibi bir derdiniz yok, anlayan anlar gerisi ninja kaplumbağalar...
8. politik görüşünüz çok önemli. feminist bardak altlıkları yapın yine kralsınız. malzeme, anlatım hiç önemli değil, yeter ki bir duruşunuz olsun.
9.
fotoğrafla katılacaksanız photoshop'u unutun. artık bienal'de bile photoshop tutmuyor. kolajı tercih edin, olmadı 2. maddede bahsettiğim metnin içinde "fotoğraf zamanın içindeki bir anın alıntısıdır, büyülüdür, yaşanmışlığın kanıtıdır." cümlesini mutlaka ekleyin. azıcık değiştirin de kopya çektiğinizi anlamasınlar.
20. farklı olun. liste hazırlarken 10. maddeye geçeceğinize 20 yazın. siz bienal sanatçısınız, büyük düşünün!!
11. asla ama asla klasik sanatlara bulaşmayın, yağlı boya bir tablodur, mermerden bir heykeldir falan eskidi artık bunlar. ne varsa kavramsal sanatta, çağdaş sanatta var. geniş bir kere. çok beğeniyorum klasikleri illa da bunu isterim derseniz, modifiye edin. içine sıçın, kolaj molaj, sürreal takılın. "yeni bir yaklaşım getirdim" dersiniz.


şimdilik bu kadar canlarım. umarım bienal sanatçısı olma yolunda size biraz katkım olmuştur...
öptüm bay.

9 Eylül 2009 Çarşamba

super mario ile karakter tahlili


bu aralar yeniden sardığım, herkesin bir dönem hayatının bir kısmını kaplamış bu güzide şahane oyunla size karakter tahlili yapacağım. "nasıl olcak o demeyin", okuyun.
efenim öncelikle, bu oyundaki bir bölümü bile birbirlerinden farklı şekilde oynamak mümkün. istersen yukardan gidersin, ister aşağıdaki bütün çükübikleri öldürürsün, onları da beğenmediysen boruya girersin altınları kaparsın felan. hal böyle olunca, karakter tahlili yapmak boynumun borcu oldu.


mesela;
- direğe atladığında aldığın puan, geleceğini şekillendiriyor. ben mesela 2000'le 5000 arasında gidip geliyorum ama daha çok 2000. seviyorum 2000i. bu insanlar ortalamanın üstünde ama yine de en başarılı olmayı düşünmeyen insanlar oluyor. onun hayatta yapmak istediği en büyük başarı direkten en yüksek puanı kazanmak değil, prensesi kurtarmak.

- bir insan var ki sürekli altınları kapıyor, büyüme mantarını bile sadece puanı için alıyor. bu insanın ki, prenses falan umrunda değil, işi gücü para. paragöz adamın teki işte. bunlar allah bilir alttaki tünellere falan girip bütün altınları kapar.
- kimisi, duvarları felan kırıp hep yukarlardan gitmeye çalışıyor, kolaycılar hep. hep üşengeçler bunlar.

- bazıları var, hedefe gitmek için (prenses) yoldaki hiçbir şeyi gözü görmüyor, mantarını çiçeğini alıp yola devam ediyor. işte o karı kız peşinde!

- macerayı seven insan var mesela, bu amca duvarları kırıyor, boşluğa kafa atıyor, bilinmeyen mantarlar, gökyüzüne çıkan dallar keşfediyor. bu insan sıradışı işleri seviyor! geleceğin nerd'ü olması mümkün.

- hiç böcük öldürmeden gitmeye çalışan hayvansever arkadaşlarımız var, yalnız başına öldüklerinde kedilerin burnunu yiyeceği hep onlar, hiç kusura bakmasınlar.
- 2. oyundan sonra borulardan çıkan poponuzu ısırmaya çalışan çiçekimsi şeyler var ya. son direğe giden borudaki öldüren var mesela. hırslı o kişi. koskoca bölüm bitirmiş hala 200 puan peşinde. hırslı bir de üstüne üstlük cani. bu insan hızını alamaz, asla kafasına vurarak öldüremeyeceği ejdarhamsı ağzından ateşler çıkaran yaratığı da kafasına atlayarak ölürmeye çalışır. allah bilir küçükken kedileri kuyruğundan tutup fırlatıyordur bu. şu anda en sevdiği filmler japon vahşet filmleri. benden kaçmaz.

- bir insan var ki, mantarın duvarına vuruyor, sonra bir de hızını alamayıp yandaki duvara vuruyor, böylece mantar diğer tarafa kaçıyor. işte o insandan bir bok olmaz. verilen bütün şansları diğer eliyle iter o.

- sulu bölümü sevmeyen şile falan gitmesin. aynı şile-kilyos denizi gibi orası. sürekli bir kalabalık, sürekli bir birbirine çarpmak.

- yollarda sürekli hoplaya zıplaya gitmekten düşen mutlu insanlar var mesela o benim. düşmekte bir numarayım, kapışırız.

hadi şimdilik bu kadar, öptüm mario bıyıklarımla.

8 Eylül 2009 Salı

chocolate side

düşündüm taşındım.
hani şu sürekli poz veren kızlarımız var ya, onları inceledim bu gece, beni neyin rahatsız ettiği araştırdım.
ve buldum.
bir tane fotoğraflarında "gerçek" gülümsemeleri yok bu ablaların. sürekli bi "chocolate side"ı gösterme, bir haşin bakışlar atma derken, bir bakmışsın ki samimiyet gitmiş, bildiğin poz kesiyor işte.
zaten fotoğrafa poz vermek de acayip bir olay, mesela o an asla hissetmediğin bir duygu olan mutluluğu vermek zorundayız hep. gülmüçöm kardeşim! ama yok, fotoğraflarda hep gülünmeli. ya gülücen ya da üstten üstten "seksi" bakıcan.
sevmiyorum ya burnuna sokulan fotoğraf işini. spontanımı çek benim.
yok benim çaklıt saydım felam.

çaklıt dedim de bir mutfağa bakayim.

7 Eylül 2009 Pazartesi

zor meslek görüntü yönetmenliği

şu aralar ne olduğunu sonra söyleyeceğim bir klipte çalışıyorum. önce kostümlerini yaptım, şimdi de görüntü yönetmenliğimsi bir şey yapıyorum. klip stop motion.

dünyanın en güzel mesleğiymiş lan stop motion klipte görüntü yönetmeni olarak çalışmak!
dekorcular sürekli uğraşıyorlar farklı farklı setleri hazırlamak için, yönetmen kendini paralıyor doğru hareket ettiricem diye, hep beraber ışıkları felan ayarlıyorlar. bense şu an bunları size yazıyorum. seti hazırladıklarda gidicem, koltuğuma kurulucam, stop motion programımı açıcam ve "ışık olmamış" dicem.
işim bu.

tabii devamlılığı takip etme işi bende olduğu için bir sürü hata var. ben ki daha en son okuduğu cümleyi yaz deseniz düzgün yazamayacak insan (hatırlamayacağımdan) nereye çivi girmiş, o tornavida görüntüye mi girmiş, noolmuş onu izliyorum. zor.

fotoğrafları çekmek yoruyor bazen ama, enter tuşuna basıyorum sürekli. narin bileklerim yoruluyor.

ehhe, şaka bir yana, gördüğüm en yorucu iş. inanılmaz emek istiyor.
bence insan stop motion çekmesi için peygamber sabrına sahip olması gerekiyor. diyorum ama ben çekmiştim önceden bir tane. ay sizle paylaşiim hemen bunu bir diğer postumda.
sonuçta aldığım karar şu, bence stop motion en fazla 1, bilemedin 2 dakika olmalı. fazlası bünyeye zarar.

öyleyken böyle.

3 Eylül 2009 Perşembe

büyük uyarı

sevgili sivilcelerim,
bu size son ihtarım olucak. lütfen yüzümü terk edin.
ergenliği geçeli çok oldu. artık benden kopup taze kanlar, taze suratlar keşfetmenin vakti geldi de geçiyor bile.
gitmezseniz sert yapıcam.

defolun gidin ulan! (göz korkutma)

öptüm bay.

1 Eylül 2009 Salı

kurul kararı

hemen bir kurul oluşturulsun istiyorum.
bu kurulda, her dilin bir temsilcisi yer alıcak ve diğer bütün dilleri kendi dili gibi konuşabilecek.
bu kurulun amacı; "kaka" gibi insan isimlerin olmaması için seferber olunması, "kant" gibi içecek isimlerini engellemek olucak.
farklı kültürleri koruyarak, ortak bir dil oluşturulacak.
çok mu zor canım?
hadi!