21 Ekim 2009 Çarşamba

uyku düzeni


bana uyku düzenin yok diyorlar, alınıyorum. demin kendim bile söyledim. benim bir düzenim yok belki ama onun da kendi için de bi düzeni var, beni bıraksanız 5 - 6 gibi yatar, 2 - 3 gibi uyanırım.
evet seviyorum uykuyu. suç mu? ama geceleri daha iyi çalışıyorum.
uykum asi benim, sırf annelerin düzenine uymuyor diye neden düzensiz diyorsunuz yavrucuğa? faşizan mısınız? düzen de düzen. aaa!

not: bu dizeler gözlerimden uyku akarken, okula gitme zorunluluğundan dolayı yazılmıştır, ben onlara sinirliyim aslında, üstünüze alınmayın. annecim seni çok seviyorum. valla.

18 Ekim 2009 Pazar

oyuncak atölyesi


bugünlerde gitmek fikri çok girdi aklıma. "ne varsa yurtdışında var", "her şeyin en güzeli avrupa" triplerinde biri hiç olmadım. ülkemi, yaşadığım yeri çok severim, istanbul'a aşığımdır ama ben bu kadar severken ülkemi, ülkede yaşayanlar yaşanmaz hale getirince, giriyor işte insanın aklına bir kurt.
ne yapmak istediğini yeni yeni keşfeden biri olarak, bazı durumların aslında yeni farkında olabiliyorum. ben küçükken hep sanatın hayatımın hep içinde olmasını ama bana sürekli maaş sağlayabilecek ortalama zevk alabileceğim bir işim olmasını isterdim. akşamları sanatımı yapardım ne de olsa, "hobi" olarak.
şimdi düşünüyorum da, ne demek yahu? ben sırf sanatçıyı asla desteklemeyen bir ülkede yaşadığım için kendi hayalimden mi vazgeçeyim? en önemlisi, gerçekten mutlu olacağım işimi ne için feda edeyim?
ben lisede plastik sanatlar okudum, şu anda güzel sanatlar fakültesindeyim, önümüzdeki yıla mezun olucam. ama hala aklımda bir işe girip, düzenli para kazanıp akşam da "hobi"mi yapmak var. şimdi aynı senaryoyu herhangi bir avrupa ülkesine koyduğumda, çok başka gelişiyor olay. zaten öğrencilik sırasında bol bol iş yapıyorsun, karma sergilere katılıyorsun (bu burda da olur ama peşinde koşmak lazım her şeyin), kişisel sergi, kendi girişimciliğin ve en önemlisi doğru bir çevreyle, al sana şahane sanatçısın. tabii ki bu kadar kolay değil belki ama en basitine indirgersen bu durum böyle.

şu an aklımda şahane bir sergi projesi var, gerçekleşirse güzel ses duyuracak bir şey olucak. kime anlatsam projemi şu tepkiyle karşılaşıyorum "ezgi bunu avrupa'da yapsan harika olur ama burada ne kadar tepki alır bilemiyorum". herkesi yok etmek değil amacım, buna inancım da son zamanlara kadar yoktu. ama düşünüyorum taşınıyorum, artık doğru geliyor. ben neden kendi ülkemde, kendi fikrimle, kendi yaratıcılığımla yaşayamıyorum ki?


bir kere dünyanın en üşengeç ülkesinde yaşıyoruz. insanlar kendilerine bir hoşluk yapmaktan o kadar uzak ki. onları da suçlayamıyorum, öyle görmemişler, "hoşluk" istediklerinde hep "saçma" ve "çocuksu" bulunmuşlar. o yüzden türkler çocuksu yönlerini ilk dolaba kaldıranlar belki de. e saf yanını görmeyen, hatta unutan, yok sayan insan ne kadar anlar ki sanatın değerini? bir de kadın olma meselesi var tabii, buraya hiç girmiyorum bile.
yıllarca annem de babam da istedi aslında gitmemi. anlamadım ve hatta bazen kızdım. neden burada kendi ülkende yapmak varken gideyim ki? tek başına olsam asla kalkışamam bu düşüncelere, iki kişi olmak her zaman güven verici. tabii ki herhangi bir kişiyle değil, gerçekten güvendiğin, böyle büyük işlere kalkışırken ilişkinin kolay kolay kopmayacağı birini bulman lazım. abla-kardeş gibi, anne-kız kadar güçlü. aşk da öyle allahtan. en azından gerçek aşk...

konumuza geri dönmek gerekirse, bu durum beni çok rahatsız ediyor. kendimi ileride düşünüyorum, her sabah uyanıp bir sürü saat trafikle yaşayıp işe gidip düzenli bir maaşla yaşayıp akşamları hobilerine mi dönmek, yoksa sabah uyanıp evinin içindeki kahve kokulu atölyende "sana ait olan" fikirlerinin hayatını döndürmeye yetmesi mi?
ben ikincisini seçiyorum, olması için de ne gelirse elimde yapacağım valla. kimse alınmasın gücenmesin.

özel teşekkür; sohbetimiz sırasınca yazıyı kafamda toparlamamı sağlamış Eda'ya ve beni bu hayalleri kurdurabilecek kadar (inanın çok zordu) cesaretlendirebilen sevgilime bir sürü öpücük!