son zamanlarda istanbul'a aşık olduğum zamanları düşünüyorum. aklıma en yoğun duygular içinde olduğumuz zamanlar olarak iksv'de çalıştığım zamanlar geliyor. her gün başka konserler, açılışlar, etkinlik. bir yandan sevdiğim iş arkadaşlarım ve sevdiğim bir iş.
şimdiye baktığımda aslında daha da çok sevdiğim bir işim, vakit geçirmekten çok ama çok keyif aldığım kısıtlı bir çevrem var. istanbul'la aramızdaki aşkı bozan şeyler bunlar değil demek ki.
malum artık daha da büyüdüm (maalesef), yaşadığım çevreye bakış açım değişti. sokakta insanların tavrı, toplu taşım araçları falan derken memleket meseleleri, üstünde sansür olayları falan eklenirken yaşadığım şehir çoktan unutulan bir şey oldu.
üstüne bir de sergi açılışına gittiğimde yaşadığım olaylar, tophane olayları...
iyice sorgular oldum. tatminsizliğim gittikçe artıyor, şehri yaşama isteğim de bir o kadar ölüyor. kızıyorum çünkü, istanbul gibi mükemmel bir şehri getirdikleri hali. e tabii önceden gittiğim etkinlikler "korunmuş bir bölge". hayat ise çok daha yorucu.
işte biz de sevgilimle bunları sorgularken, artık yorgunluktan doğru düzgün dışarı çıkamadığımızı, bu şehri yaşayamadığımızı fark ettik. uzun zamandır bizi bekleyen bir şehir fırsatı kuponu vardı, "pöti kahvaltı evi" adlı bir yerde mükellef bir kahvaltı fırsatı almıştık oradan. hadi dedik gidelim.
pöti kahvaltı evi, bizi ismiyle kazandı bi kere. le petit yubbié, pöti'de (:
pöti, sıraselviler ve taksim'i bağlayan sokakta, minicik bir şey, isminden de anlamışsınızdır. azıcık fransız kafelerine benziyor, sokakta masalar falan. mükemmel bir kahvaltı yedik orada. çeşit çeşit peynirler, harika bir kaymak, yumurtası, zeytini, her şeyi olan bir kahvaltı işte.
hani güzel bir kahvaltının gününüzü güzelleştirdiği söylenir ya, işte öyleydi gerçekten. hatta sevgilim "işte ben şu an çok mutlu bir adamım" dedi (: ne mutlu!
ha bu arada eklemeden geçemeyeceğim, kahvaltı sonrası türk kahvesi isterseniz damla sakızlı yapıyorlar. bizim için büyük bir artıydı, hayalimizde masanın üstünde halay çekiyorduk (:
sonra kalktık tünel'e yürüdük, madde ve ışık sergisini gezelim dedik. uzun zamandır ertelediğimiz şeylerden biriydi. büyülendik sergide. sanırım hala bitmedi, herkes gidip görmeli. hem bu sefer biber gazı yok (:
son olarak da istanbul'u sevmeye çalışma turumuzun son durağı mustafa abi'ydi. başka bir ülkeye gitsem yanıma almak istediğim tek mekan olabilir. gittik evimizdeymiş gibi kahvemizi içtik, sohbetimizi ettik.
böyle molalar iyi oluyormuş hakkaten, hemen ertesi gün metrobüse binmemiş olsak, istanbul'u tekrar sevebilirdim bile!
böylece tophane'yle kırdığım blog yazma arama da uzun zamandan sonra ilk kez güzel bir vesileyle yazı yazarak kendimi bir nebze olsun iyi hissediyorum (:
umarım bundan sonra da böyle sevimli pöti pöti yazılar olur hep ^^
iyi haftalar!
Kurabiyegiller'in İşlerini Nam Nam Nam Yesem?
12 yıl önce