22 Eylül 2010 Çarşamba

Annemden Kadın Kurultayı'na Mektup...

"Alakasız Gelebilir ama Tophane Saldırısı" diye bir başlık açılmış Kadın Kurultayı'nın mailing grubunda. Annem de dayanamamış cevap yazmış. Ne de muhteşem bir yazı olmuş...

*

"Tam tersine çok da alakalı çünkü saldırıya uğrayan galerilerin sahiplerinin hepsinin kadın olduğunu duydum. Ayrıca saldırı sırasında açılışa katılan sanat öğrencisi olan kızım da biber gazı yiyerek, saldırıdan nasibini aldı.
Sergi katılımcılarıyla yaptığım telefon konuşmasını aktarmak isterim sizlere (adını vermiyorum çünkü izin almadan aktarıyorum). Geçmiş olsun dileklerimle telefon açtığımda sesi son derece üzgün ve kırgındı. Söyledikleri bir yanıyla son derece naif diğer yanıyla o kadar gerçekçi. İlk cümlesi; “Bunlar kızları, kadınları dövüyor” oldu. Bir kız annesi olarak o kadar naif buldum ki bu açıklamasını. Şiddetle doğup, şiddetle yoğrulan bir toplumun çocukları kadın kız, demeden kırıp dökerken ortalığı, sergi katılımcılarından birisi en çok o tarafa üzülüyordu. Şimdi böylesine duyarlı bir adamın kime nasıl bir zararı olabilir, hangi güç bu adamı kendi şiddetli sanrılarına çekebilir. Ona sadece naif bir şekilde üzülmek ve kırılmak kalıyor.
Bir diğer cümlesi ise; “Güçlerini kadınlar, kızlara saldırmak yerine, gelip bizimle konuşmayı tercih etselerdi mutlaka bir uzlaşma ortamı bulurduk. Ne bileyim demokratik haklarını kullansınlar. Eğer tek dertleri içki içilmesiyse, gelip pankart açsınlar, protesto etsinler, konuşmalar yapsınlar.

Şimdi bu açıklamaların karşısında sorunun tek başına içki olup olmadığını tartışmalıyız. Bir tarafta içki içilmesinin de protesto edilebileceğini savunan demokratik bir yaklaşım diğer taraftan değil konuşmak, içki içebilecek bir başkasının yaşam, var oluş hakkına karşı saldırı…

Tabii bu durumun arkasında toplumsal bir sorun yatıyor. Tabii ki bunun altında kültürel sorunlar yatıyor. Hükümetin kendisini "ılımlı müslüman" olarak açıkladığı günden bu yana giderek tırmanan, giderek artan bir şiddet veya birtakım kişilerin deyişleriyle “mahalle baskısı”. Sanattan korkan, korkusunu konuşarak, anlaşarak aşmak yerine, sadece ve sadece beslendiği şiddetle sergileyen bu yaklaşım hepimizi çileden çıkarmaya başladı.
Bir kız çocuğu annesi olarak hemen telefona sarılıp, “Hemen yurtdışına git. Bu ülkede yaşamanı istemiyorum” dedim. Ben kızımı bir daha görmemeyi göze alarak bu ülkeden göndermeye çalışırken, tabii ki mücadele etmeyi de tercih edebilirim. Fakat mücadeleyi tek başıma ya da benim gibi düşünen bir avuç insanla edeceğimi çok iyi biliyorum. Çünkü benim haklarımı koruyup kollayan bir merci göremiyorum etrafımda.
Saldırı sırasında devletin kızımın güvenliğini sağlamakla görevlendirdiği polis 155’i arayın diyorsa, o zaman kimse kusura bakmasın, kızımı bu ülkeye emanet edemem.

Ben nasıl ramazan ayında kimsenin oruç tutmasına karışmıyorsam, kimse de benim içki içmeme karışamaz. Ben her cuma günü sokaklara taşan namaz kılanlara karışmıyorsam, kimse de benim inancımı sorgulayamaz. Ben kimseyi sadece imam nikahıyla evlenip birisinin karısı, kocası olarak kimseyi ahlaksızlıkla nitelemiyorsam, kimse de benim yaşam biçimime karışamaz. Ben türbanlı kadınların okuma hakkını sonuna kadar savunup, desteklerken onlardan da benim veya kızımın yaşam hakkına da saygı duymasını beklerim.

Tabii ki bu söylediklerim gerçek demokrasilerde geçerli. Demokrasi söylemleri maalesef Türkiye’de çifte standartlı. Bir yanıyla gerçek demokrasi söylemleri kurulurken, diğer yanıyla kendileri gibi olmayanlara ya kıyasıya şiddet uygulanıyor ya da onlara yapılanlar görmezlikten geliniyor.

Şimdi buradan Müslüman feministlere sesleniyorum. Nasıl bizden haklarınızı savunmak için destek bekliyorsanız, lütfen siz de bizim haklarımıza destek verin. Gerek cümlelerinizle, gerek basın organlarınızla, gerekse protestolarınızla bir başka yaşam biçiminin de yanında olduğunuzu gösterin. Tıpkı sizler gibi bizim de bu ülkede desteğe ihtiyacımız olduğunu unutmayın.

Servet Şahin"

2 yorum:

miocaro dedi ki...

harika bir yazı. çok etkileyici, ellerinize sağlık. dilerim burada söylenenler burada kalmasın, okuması gerekenlere de ulaşsın.

Adsız dedi ki...

"Fakat mücadeleyi tek başıma ya da benim gibi düşünen bir avuç insanla edeceğimi çok iyi biliyorum." demişsiniz. Ama aslında o bir avuç insan sayısı sandığınızdan çok daha fazla. Sadece biraz yönlendirilmeye ve birlikte hareket etmeye ihtiyaç var. Bunun nasıl olacağı konusunda ise gerçekten bir fikrim yok, tıpkı o "bir avuç" insanın pek çoğunun olmadığı gibi.

Yorum Gönder